Please enable / Bitte aktiviere JavaScript!
Veuillez activer / Por favor activa el Javascript![ ? ]
DMCA.com Protection Status

vavoo


NOTICE Notice: This is an old thread. It was started 631 days ago, there may be recent replies. Consider making a new thread before posting.
Sayfa 3 Toplam 3 Sayfadan BirinciBirinci 123
Toplam 52 adet sonuctan sayfa basi 41 ile 52 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Konu: Kendime Ayit Eserler

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    52
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    SİMİTÇİ ÇOCUK
    1970 yılının mayıs ayının bir öğleye doğru vaktinde herkes kendi alemindedir. Büyük soğukların hüküm sürdüğü, kar yağışının manzarayı beyaza boyadığı, tipinin, fırtınanın bol olduğu bir kış mevsimi etkisini kaybetmiştir. Yaz gelmiştir. Ağaçlar dallanmış, kovanlar ballanmıştır. Yemyeşil çimenler bitmiştir. Tomurcuklar ilk nefeslerini derin derin içlerine çekmektedirler. Kırlar, parklar, bahçeler, insanla dolmuştur. Kışın sokaklarında hayaletlerin, cinlerin kartopu oynadıkları, kardan adam yaptıkları bu şehir yazın gelmesiyle birden bire heyecanlanmıştır. Dam altlarını, kapı eşiklerini, insan nefesini bir heyecan kasırgası etkilemektedir.*

    İskender, 11 yaşında iş almak için Beyaga'nın fırınına gelir. Kapı ardına kadar açık hemen kapının bitişiğinde geniş ve uzun raflar vardır. Kapının üzerinde - İşi olmayan girmesin - yazılı tabela bulunuyordu. Fırının orta yerinde tahminen bir metre yüksekliğinde genişçe göbek taşı, bu taşın üzerinde de üç tane uzunlu kısalı fırın küreği ve koklayanın ah ettiği taptaze, bol susamlı simitler duruyordu. Fırın ocağının başında 40 yaşlarında, orta boylu, saçlarının önü tamamen dökülmüş, topluca yüzü ateşin etkisiyle kiremite çalan bir tavır takınmıştı. İçeride ayrıca gençten dört kişi vardı. İkisi simit satmak için bekleyen seyyar simitçi diğer ikisi hamur açıp simite şekil veren fırında çalışanlardı.

    İskender içeri doğru birkaç ürkek adım atıp Ali Dayı'ya sordu:*---- Ben, dedi, simit alıp satmak için gelmiştim. Şöyle bir yutkundu. Eğer satıcıya ihtiyacınız varsa çalışmak istiyorum, dedi. Ali Dayı şöyle bir göz ucuyla çocuğu süzdü. Kısa saçlı, esmer yüzündeki buruk ifade onun bundan önce geçen hayatının pek kolay olmadığını gösteriyordu. Normal boylu, hafif zayıftı. Üzerinde eski ve siyah renkte biraz bol ve uzunca bir ceket ve pantolon vardı.*
    Ali Dayı:*---- Simitçilerimizden birisi gelmedi. Onunkileri sen satarsın. Simitler 25 kuruş. Simit başına 10 kuruş kar veriyoruz. Söyle bakalım kaç simit almak istiyorsun?

    İskender şöyle bir düşündü. Kararını verememişti. Hamurcu Cafer söze karıştı:---- İstersen 50 simit al. Bugün pazar. Yıldız Sineması saat 2' ye doğru dağılır. Ayrıca bugün top sahasında maç var. Oraya gidersin, dedi. İskender, Cafer'in konuşmasından güç alarak şöyle gerindi. Ali Dayı'ya dönerek " Tamam " dedi. " 50 tane satarım. "
    Fırında bir yandan simitler fırına verilirken diğer yandan da sohbet koyulaşıyordu.*

    İskender gün boyu sinema, maç, kahvehane, mahalle, sokak demeden dolaşmış ve elindeki simitleri satmış fakat oldukça yorulmuştu. Eline hesap kitaptan sonra kalan 5 lirasını aldı. Hava iyice kararmıştı ve sokaklar hala insan doluydu, çünkü o akşam pazar akşamı olduğu için üç-dört yerde birden düğün vardı. İskender ele güne aldırmadan evinin yolunu tuttu. Yol üstündeki bakkaldan içeri girdi. Tanesi bir lira olan ekmekten iki tane aldı. Koltuğunun altına ekmekleri sıkıştırarak dışarıya çıktı. Evleri şehir merkezinden oldukça uzaktı. İnegöl Belediyesi'nin göçmen evleri olarak yaptırdığı aynı tipte evlerden oluşan şehir kenarında kurulmuş bir mahalleydi. Halkı fakir insanlardı. Evlerde iki oda mevcuttu. Ayrıca evin yanında tuvalet ve çitle çevrilmiş küçük bir bahçesi vardı. Bahçeye daha çok mısır, domates, biber, fasulye ekerlerdi. Daracık, tenha sokaklar karanlıktı. Daha elektrik gelmemişti. Mahalleli odalarını kandil veya gaz lambalarıyla " eh işte " aydınlatarak karanlığı kovuyorlardı. İskender evin kapısını çaldı. Kapıyı anası açtı. Çocuğunun elinde iki tane ekmek görünce gözleri ışıdı: ---- Oğlum, ekmekleri nasıl aldın? diye sordu.

    İskender buruk bir şekilde:*---- Ana bugün simit sattım. Kazandığım paranın bir kısmıyla bu ekmekleri aldım, dedi. Annesi kapıyı kapadı. Birlikte odaya girdiler. İskender'in babası, sedirin üstünde köşeye büzülmüş, oturuyordu. Sobanın üzerinde tencere kaynıyordu. Oda mis gibi kuru fasulye kokuyordu. Koku, İskender'in açlığını bir kat daha arttırdı. Çünkü sabah içtiği çorbadan sonra ağzına lokma koymamıştı. Ekmekleri anasına verdi ve sobanın yanına oturdu. Bahar aylarında olmasına rağmen üşümüştü. Geceleri nispeten soğuk oluyordu. İskender'in babası, 38 yaşında ve orta boylu idi. Çektiği sıkıntılar onu yaşından 10 yaş daha yaşlı gösteriyordu. Sırtı hafif çökmüş, saçları kırlaşmaya yüz tutmuş, beti benzi solmuştu. Gençliğinden beri tarlalara çapaya gider, ne iş bulursa çalışırdı. Yaptığı işin karşılığını alamamış, devamlı ezilmişti. Bilirdi ki kendisinden çok daha mutlu ve rahat yaşayanlar vardı. Bilirdi ki nefes almak, üç beş kuruş kazanıp anca karın doyurmak yaşamak değildi. Ama ne yapsındı ki ne yapsın!*

    2 yıl sonra: Sonbaharda yavaş yavaş soğuklar başlamakta kış gelmektedir. İskender'in anası hamile kalmıştır. Fakat diğer yandan soğuktan iyi korunamamış, grip olmuş, devamlı öksürmektedir. 1972 yılı ocak ayında evinde doğum yapar, bir oğlu olmuştur. Çocuğun adını İsmail koyarlar. Yaptığı doğum ve gıdasızlık nedeniyle kadın çok halsiz düşmüştür. Doktora gidecek, ilaç alacak paraları yoktur. Bir hafta sonra hastalık zatürreye çevirmiş ve hasta perişan olmuştur. O gece devamlı sayıklamış, inlemiştir. Sabahı komşulardan birkaç kişi aralarında para toplarlar. Öğleye doğru baba kadını sırtlar, İskender de beraber İnegöl Devlet Hastanesi'nin yolunu tutarlar. Kapıdan içeri girerken, ayakkabılarının çamurunu kenarda silerler. İçeride görevli adama doktoru sorarlar, yukarıda sola sapın, ilerde, diye tarif eder. Baba zor zahmet merdivenleri çıkar. Doktorun kapısını çalar, içeri bir adım atar ki, ayağı kenardaki masaya takılır. Zaten yorgunluktan bitmiş, tükenmiş olan baba sendeler ve sırtında karısıyla beraber yere yuvarlanır. Kadının kafası sert zemine çarpar ve kanlanır. İskender anasının üstüne kapaklanır: ---- Ana, ana, diyerek feryat eder. Seslere birkaç doktor ve hemşire gelir. Baba yerinden yavaşça doğrulur, şaşkındır. Ne yapacağını bilemez. Oğlunu tutar, kaldırır.
    Doktor: ---- Kadın zaten çok hastaydı. Adam birden düştü. Adamın bu işte bir suçu yok, der. Polise haber verilir.*

    Anasının hastalığı ve hastanede vefat edişi İskender'in tertemiz yüreğinde derin yaralar açmıştı. Kolay değil yıllarca insanlık tarafından terk edilmiş vaziyette ipe sapa gelmez kaderinle baş başa yaşa, tam yeni işe girmiş az buçuk ekmeğini kazanmaya başlamış ve kardeş sahibi olmuşken, anacığını, o hep iyiyi düşünen, yaşamının en güzel yıllarını onu büyütmek için feda eden anasını kaybetmek... Babası ve kardeşi İsmail ile yalnız kalmışlardır. Kardeşi daha küçüktür ve bakıma ihtiyacı vardır. Şefkate ihtiyacı vardır. Yakın komşularının yardımıyla durum birkaç gün idare edilir ve komşu mahalleden kocası 1 yıl önce kızı Kisme ile yüzüstü bırakıp kaçmış olan Ardüş Hanım'ı İskenderlerin evine getirirler. Kadın çocuğa bakacak, ev işlerini yapıp o evin hanımı olacaktır. 1 yıldır kızıyla birlikte yalnız yaşamaktadır. Hayat şartları zordur. Kızı Kisme 7 yaşında, zayıf ve siyah saçlıdır. Eve üç yaşlı kadınla Ardüş Hanım ve Kisme misafir gibi gelirler, konuşurlar,anlaşırlar. Akşam üstü kadınlar giderler ve Kisme anasıyla yeni evinde kalırlar. Kisme çok sever İsmail'i, İskender'i de sever. İskender ne olduğunun farkındadır. Eve yeni bir kadın gelmiştir. Acaba iyi insan mıdır? Ana diyebilecek midir? Soruları kafasından geçerken sofra kurulur, babasının sesini duyar. ---- Haydi bakalım oğlum, gel de yemeğimizi yiyelim. İskender oturduğu yerden kalkar, sofraya oturur.*

    İskender ertesi gün erkenden fırına gelir. İskender'i gören Ali Dayı:---- Ooo İskender, kaç gündür nerelerdesin? Seni çok özledik... Gel bakalım, şöyle azıcık konuşalım, diye seslenir. İskender usul usul, mahsun tavırla Ali Dayı'nın yanına yaklaşır.
    Durumu fark eden Ali Dayı: ---- Ne o, yoksa kötü bir şey mi oldu? Söylesene oğlum, der. İskender o gün annesinin çok hastalandığını, babasıyla hastaneye götürdüklerini, orada anasının vefat ettiğini ağlayarak anlatır.

    Bu duruma Ali Dayı çok üzülmüştür:*---- Her neyse, başınız sağ olsun, istersen bugün simit satma da yarın başlarsın, diye söylenir. Fakat Ali Dayı düşünmeden konuşur.

    İskender:* ---- Öyle deme Ali Dayı, akşam evdekiler ekmek bekler. Ne yer, ne içeriz sonra, der. Yarım saat sonra İskender simitleri tablaya doldurup yola çıkınca " Haydi, sıcak sıcak simitler, isteyen yok mu? diye bağırır. Son kelimesinde laf ağzının içinde düğümlenir. Anası, babası, evi, kardeşi aklına gelir. Gözleri dolar. Şöyle etrafına bakınır. Ohoo kimin umurundadır, anası vefat etmiş, babası, kardeşi aç, kendisi aç, soğuktan küçücük elleri, kulakları, burnu, ayak parmakları mosmor olmuştur. Kimse duymaz sanki onun sesini, belki de duymak istemezler.

    Herkesin işi gücü var, geçim dünyasıdır, menfaat dünyasıdır, bu dünya... Elma İskender, kurt da kederi içini hızla sömürmekte ve çürümektedir. İskender, gözlerindeki yaşları siler buz kesmiş parmaklarıyla. Memur vardır, işçi, köylü dertleri farklıdır. Hepsinde dert tonla ekmek fakirde umuttur. Kasalar vardır, cüzdanlar vardır. Mis gibi hayat yaşamaktadırlar. Fakir fukaranın hakkı olan ekmeğin bir parçası toplanır toplanır, onların boyunlarına gerdanlık, kollarına bilezik, parmaklarına yüzük olur. Eşitlik bu değildir. Hak bu değildir. Kardeşlik bu değildir.*

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım ( 1984 )

    Google'ye Serdar Yıldırım'ın Hayat Hikayesi yazdığınızda çıkan site ve forumlardan birini açtığınızda yazının ortasında şöyle der: 1984 yılında Simitçi Çocuk isimli ilk hikayemi yazdım. Daha sonraki 4 yıl sadece şiir yazdım. Aslında hikaye yazmak istiyordum ama pek çok defa denememe karşın, bu mümkün olmadı. Önünde kağıt, elinde kalem 1 saat, 2 saat öylece beklemek ve hiç birşey yazamamak korkunç zordur. 1988 yılında gerçek anlamda hikayeler ve masallar yazmaya başladım. O yıl ağustos ayında Korkak Tavşan' ı yazdım. Sonra Ot Yiyen Kaplan, Zavallı Çoban, Keloğlan İle Nasreddin Hoca.
    İşte, bu Simitçi Çocuk adındaki hikaye benim ilk hikayemdir. 32 yıl sonra 2-9-2016 tarihinde ilk olarak okunmasını sağladım. Sadece daha önce Radyo Press' te program yaparken 1998 ve 1999 yıllarında iki defa radyodan okumuştum.

  2. Sponsor Reklam
  3. #2
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    52
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    ATATÜRK YOK, GİTTİ DİYORLAR
    Atatürk'ü soruyorum, nerede diyorum?
    Atatürk yok, gitti, diyorlar.
    Nereye gitti, diyorum?
    Bilmiyoruz, diyorlar.
    * * * *
    Olmaz, Atatürk gitmez, diyorum.
    Bizi bırakıp nereye gidecek?
    Sınırda nöbet bekliyordur.
    Türkiye Cumhuriyeti'ni koruyordur.

    -------------------------------------------

    SELANİK YİĞİDİ
    Selanik'te bir yiğit doğar.
    24 yaşında yüzbaşı olur.
    Yurduna saldıran düşmanlara karşı koyar.
    Genç yaşında dünyaya nam salar.
    * * * *
    Sağ elinde kılıcı siperden fırlar.
    Hücum diye bağırır, ileri atılır.
    Türk askeri komutanın peşinden gider.
    Önce Mustafa Kemal düşmana çarpar.
    * * * *
    Bir insan bu kadar mı büyük doğar?
    Yaşamı boyunca bu kadar mı büyük işler başarır?
    İnsanlık tarihini bu kadar mı değiştirip yeniden yazar?
    Zirvedeki yerinde bu kadar mı yalnız kalır?

    -------------------------------------------------------

    TÜRK BAYRAĞI
    Dalgalan ey şanlı Türk Bayrağı
    Türk'ün adını haykırarak dalgalan
    Sen bilirim tarihe sığmazsın,
    Mustafa Kemal Atatürk diye dalgalan.
    * * * *
    Rüzgar esmese de, yaprak kımıldamasa da
    Sen Trablusgarp, Bingazi diye dalgalan
    Anadolu nefes alamaz duruma gelse de,
    Sen Anafartalar, Conkbayırı diye dalgalan.
    * * * *
    Ben yıkarım sistemleri alt üst ederim
    Fırtınaları, boranları beynimde eritirim.
    Ben yıkılmam, yıkarım, siler de geçerim.
    Kasırgaları, tayfunları çizer de geçerim.
    * * * *
    Bu vatan kurtulmalı dedi, kurtardı
    Türkiye Cumhuriyeti kurulmalı dedi, kurdu.
    Pek çok zorluğu aştı, engelleri geçti
    Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek muzaffer olacaktır.

    -------------------------------------------------------

    TARİH 25-03-2017
    Ey 1.000 yıl sonra yaşayan insan,
    Sen Atatürk'ü biliyor musun?
    Atatürk dünyada barış istiyordu.
    Bunun farkında mısın?
    * * * *
    Barışı korudun mu?
    Savaştan kaçındın mı?
    Komşu devletlere saldırıp
    Savaş çıkardın mı?
    * * * *
    Fetih işi çözüm değil,
    Dünyaya hakim olunmaz.
    Hakim olmak isteyenin
    Son nefesinde hekim bulunmaz.
    * * * *
    Birkaç yüzyıldır savaş olmadı,
    Barış var diyorsan
    Bravo diyorum sana
    Seni alkışlıyorum.
    * * * *
    Atatürk ilkelerinden vazgeçme
    Dünyada barışı koru
    Başka dünya yok diyorsan
    Sonsuza dek mutlusun.

    -------------------------------------------------------

    NEDEN ATATÜRK'Ü SEVİYORUM
    Yurdu düşmanlardan kurtardığı için,
    Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduğu için,
    İnsanca yaşamanın yolunu gösterdiği için,
    Düşünceye özgürlük sunduğu için.
    * * * *
    Beni tanıyanlar soruyorlar:
    Neden Atatürk'ü bu kadar çok seviyorsun?
    Ben de diyorum, Atatürk sevilmeyecek biri değil,
    Yüreğinde sevgi olan herkes Atatürk'ü sever.
    * * * *
    Atatürk sevgidir, Atatürk ilgidir, Atatürk saygıdır.
    Atatürk özgürlüktür, Atatürk çağdaşlıktır, Atatürk ilerlemedir.
    Atatürk geri kalmamaktır, Atatürk medeniyettir.
    Atatürk dünyada ön sırada yer almaktır.

    -------------------------------------------------------

    BEN BİR ZAMAN GEZGİNİYİM
    Ben bir zaman gezginiyim,
    Zamanda gezer dururum,
    Geçmiş zamanlarda yaşamış insanların,
    Önderleri kimmiş merak eder dururum.
    * * * *
    Yüzyılları, bin yılları araştırdım
    Büyük önderler kimmiş belirledim.
    İnsanlık tarihinin en büyük önderini seçtim
    Adı Mustafa Kemal Atatürk.
    * * * *
    Atatürk ülkesini kurtarmak için,
    Kıyasıya bir mücadele içine girmiş.
    Yaptığı savaşlarda hiç yenilmemiş.
    Böylelikle yurdunu düşmanlardan kurtarmış.
    * * * *
    Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuş.
    Türk Halkının beynindeki prangaları söküp atmış.
    On beş yıl iktidarda kalmış.
    Bu süre içinde yurt dışı geziye çıkmamış.

    -------------------------------------------------------

    CUMHURİYET VE BARIŞ
    Padişahmış, kralmış, sözü kanun sayılırmış.
    Kimseye hesap vermek zorunda değilmiş.
    Olmaz ki, böyle yönetim olmaz ki?
    Bir ülke böyle yönetilmez ki.
    Yönetim şekillerinden
    En güzelini seçtim.
    Cumhuriyet dedim.
    * * * *
    Bir sınır olayını bahane edip
    Komşu ülkeye saldırıp savaş çıkaran devletler var
    Siz nasıl padişah, nasıl kralsınız?
    Anlaşma yolunu denesenize
    Bir buluşun, konuşun.
    Barışı fark edin
    Barış deseniz, savaşmazsınız.
    Devletler arası ilişkilerden
    Zor olanı seçtim
    Barış dedim.
    * * * *
    Cengiz Han dünya imparatorluğu sevdasındaydı.
    Büyük İskender, dünyaya hakim olmak için, yola çıkmıştı.
    Napolyon, Fransa'yı küçük dünya olarak kabul ederdi.
    Hitler, dünya benim emrimde olmalı derdi.
    Barış deyip ülkelerini kalkındırmak yerine
    Savaş deyip ülkelerini felakete sürüklediler.

    -------------------------------------------------------

    MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
    Tarih her yüzyılda bir kahraman üretir
    19. yüzyılda da bir kahraman üretti.
    Bu kahraman öylesine büyük, yüce ve güçlüydü ki,
    Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük kahramanı unvanını hak etti.
    * * * *
    Ben ne kadar bir tarih kitabı yazmaya çalışsam da
    Kahraman diye anılanlar bir, iki sayfada eridi, gitti.
    Yüz sayfa, bin sayfa ayırdım ama yetmedi.
    Sen ne büyüksün Mustafa Kemal Atatürk tarihe sığmazsın.
    * * * *
    Yokluk vardı, darlık vardı, yalnızlık vardı.
    Düşman vardı, hain vardı, güven yoktu.
    İnsan vardı, millet vardı, ulus vardı.
    Hepsinden önemlisi yenilmez armada vardı.
    * * * *
    Çıktı, çaktı, çökertti, silindir gibi ezdi.
    Anadolu'ya saldıran düşmanları perişan etti.
    Biz, milli sınırlarımız içinde özgür ve bağımsız,
    Yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz, dedi.
    * * * *
    Yabancı kültürlerin benimsenmesi milli varlığımızı tehlikeye düşürür, çağdaş uygarlık düzenini yakalamamızı engeller.
    * * * *
    Atatürk, batının ve doğunun tekniğinden ve biliminden yararlanırken, milli kültürümüzü korumamız gerektiğini belirtmiştir.

    Yazan: Serdar Yıldırım

  4. Serdar Yıldırım üyemize teşekkür edenler:

  5. #3
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    52
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    ZÜBEYDE HANIM DOĞUMEVİ
    Tarih 20- Mayıs -2020 Bursa Zübeyde Hanım Doğumevi önünde Zübeyde Hanım ile birlikteyim: Sayın Zübeyde Hanım, burası 1981 yılında 125 yatak kapasitesi ile kuruldu. Bakın sizin adınızı taşıyor.
    - Benim adımı taşıyan bir doğumevi mi? Kemalim 19- Mayıs -1919 tarihinde Samsun'a çıktıydı. Sonrasında Erzurum ve Sivas Kongreleri bunları biliyorum. 1- Kasım -1922 tarihinde saltanatı kaldırdı. Osmanlı İmparatorluğu resmen sona erdi. 1- Ocak -1923 yılbaşını hatırlıyorum. Ya sonrası?
    -Tam ben söze girecektim ki, Mustafa Kemal Atatürk aniden yanımızda belirdi: Anneciğim, sonrasında 29- Ekim -1923 tarihinde Cumhuriyeti ilan ettim ve Türkiye Cumhuriyeti' ni kurdum. Cumhuriyet diyorum, özgürlük diyorum, bağımsızlık diyorum. Halkın kendi kendini yönetmesi diyorum. Beğenmediği yöneticiyi değiştirmesi diyorum.
    - Ah Mustafa'm, benim yakışıklı oğlum. Sen de buraya geldin mi? Padişahın hakkında idam fermanı vardı. Bundan hiç mi korkmadın?
    - Konu vatan savunması ise, canım bu vatana feda olsun. Bir Mustafa Kemal yok olsa, bin Mustafa Kemal var olur. Mustafa Kemaller ölmez. Benim kurduğum Türkiye Cumhuriyeti bölünmez.
    Atatürk hırslanmıştı. Sağa sola bakındı. Bana doğru döndü: Çocuk senin adın ne? diye sordu.
    Ben: Serdar Yıldırım, dedim.
    - Şimdi burayı bana tam olarak tarif et bakalım.
    - Kaplıcalar, yukarıda kaldı. Senede bir iki defa gelip gittiğiniz Paşa Çiftliği kuzey batıda işte şu yanda bulunuyor.
    - Çocuk, sen ne biliyorsun benim Paşa Çiftliği'ne gelip gittiğimi?
    - Bir kitapta resminizi görmüştüm. Üstü açık arabanızın arka koltuğunda oturuyordunuz ve şoförünüz arabadan daha inmemişti. Yol toprak yoldu. Etrafta çiftlikten başka yapı görünmüyordu.
    - Doğru, o zamanlar tabiatla iç içeydik. Bursa yeşildi, bu kadar ev yoktu. İnsanlar çoğalmış. Arabalar çoğalmış. Yollarda insandan çok araba var.
    - Doğrudur. Bu kadar araba benzin ve gaz ile gidiyor. Bu değirmenin suyu nereden geliyor, hep merak etmişimdir. Yakındaki bir yere insanlar arabayla gidip geliyor. Yürümek sağlıktır, benzin ve gaz için, dış ülkelere bağımlı kalıyoruz. Döviz yurt içinde kalmalı. Ülke güçlü olmalı.
    - Aferin sana çocuk. Kaç yaşındasın?
    - 62 yaşındayım. Aynalarla aram iyidir. Her yeni güne yeni bir umutla başlıyorum. Yolun yarısını geçtin diyenlere gülüp geçiyorum.
    - Bak bu çok iyi. Yaşama sevinciyle dolusun. Benim zamanımda atlar vardı, atlı arabalar vardı. Kaç dakikadır buradayım, ne at gördüm, ne atlı araba?
    - Benim çocukluğum ve gençliğimde atlı arabalar çoktu. Pazardan karpuz, kavun aldığımızda bunları atlı arabaya yükleyip eve götürürdük. Son yıllarda atlı arabalar yok oldu.
    Mustafa Kemal Atatürk şöyle bir soru sordu: Şu anda Türkiye'de ne kadar insan yaşıyor?
    - 2019 nüfus sayımına göre 83 milyon insan yaşıyor.
    - 1935 nüfus sayımına göre 16 milyondu. Bu tarihten sonra Türkiye savaşa girdi mi?
    - Girmedi.
    - Girmediğine göre nüfus fazlasıyla artmış. Anadolu'nun bereketli toprakları planlı bir tarım sayesinde 200 milyon insanı rahatlıkla besler. Ben ağaca, ormana çok önem veririm. Bir ağacın kesilmesine izin vermem. Ağaç kesmek isteyene şöyle demiştim: Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!

    - Trablusgarp savaşı sizin katıldığınız ilk savaştır. Bu savaşta binbaşıydınız. Trablusgarp ve Bingazi'ye gitmiştiniz. Libya'ya çıkartma yapan düzenli İtalyan ordularına karşı bedevi araplarla birlik olarak yapılan savaşı nasıl kazandınız? Top yok, tüfek yok. Bunları nereden buldunuz? Bedevileri nasıl savaşçı yaptınız? Hücum deyip ileri atıldığınızda nasıl oldu da sizi takip ettiler?
    - Herkes komutan olamaz, herkes savaşçı olamaz. Komutan, savaşçı bir kimliğe sahipse emrindeki asker savaşçı olur. Güçlü bir ordunun başına yeteneksiz bir komutan getirirsen, o ordu yenilgiye uğrar. Bedevileri eğittim, onlardan bir ordu kurdum. Yenilmemeyi öğrettim. Bana inanan arap şeyhleri, silah ve cephane tedarik ettiler. Halkı örgütleyerek, bu savaşı kazandım. Halk örgütlenirse yapılan her savaş kazanılır.

    Çok değil, sizden kısa bir zaman sonra Hitler, Avrupa'ya saldırdı. Özellikle motorize birlikleri çok güçlüydü. Avrupa'yı ezdi, geçti. Almanlar geliyor diye Türk birlikleri Edirne - Enez hattında konuşlandı. Hitler, Türkiye'yi pas geçip kuzeye yöneldi. Bulgaristan, Romanya derken, Rusya'ya girdi. Moskova'yı kuşattı. Kışın gelmesiyle yenilgiye uğradı. Amerika'nın Fransa Normandiya kıyılarına çıkartma yapması bunda etkili oldu.
    - Hitler'in derdi neymiş? 2. dünya savaşını neden başlatmış?
    - Derdi Yahudilerle. Anılarında Almanya'da Yahudi'nin patron, üstün ırk dediği Alman'ın işçi olmasını hazmedemediğini yazmıştı.
    Bildiğim kadarıyla Fevzi Çakmak, sizi tutuklamak için, 50.000 askerlik orduyla gelmişti.
    - Doğrudur. Ben karşısına çıktım. Fevzi Bey, padişahın fermanını okudu ama öylece kalakaldı. Sanırım korkmadığımı anladı ve beni tutuklamak için, harekete geçemedi. İş bu duruma gelmişken, benim kollarıma kelepçe takmak için, yürek gerek. Sonradan Fevzi Bey ordusuyla birlikte benim tarafıma geçti.
    Cumhuriyeti ilan ettikten sonra vatanı terk eden 156 lar var. Bunların çoğu sizin silah arkadaşlarınız. Aralarında biz maaşımızı padişahtan alıyorduk şimdi kimden alacağız diyenler oldu. Size de padişah ol dediler.
    - Onlara uysam başa dönerdim. Biz neden Kurtuluş Savaşı yaptık diye sorardım.
    1939 yılında bunların çoğu geri geldi. Mustafa Kemal haklı çıktı, biz yanıldık, dediler.

    Daha sonra Zübeyde Hanım, doğumevini gezmek için, Atatürk ile birlikte ileri doğru yürüdü. Beni çağıran olmadığı için, onlarla birlikte gitmedim. Yıllar sonra bir araya gelen ana oğulun konuşacak çok şeyi vardı. Rahatsız etmek istemedim.

    SON

  6. #4
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    52
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    KURTULUŞ SAVAŞI NASIL BAŞLADI?
    Mustafa Kemal Paşa
    9. Ordu Müfettişi olarak
    18 Silah arkadaşıyla birlikte
    16 Mayıs 1919 günü İstanbul'dan yola çıktı.
    Peşlerinde iki ingiliz zırhlısı vardı.
    Onları atlatmak kolay olmadı.
    Fırtınalı bir havada
    Bandırma Vapuru' yla
    Kıyı şeridini takip ederek
    17 Mayısta İnebolu'ya
    18 Mayısta Sinop'a uğradı.
    19 Mayıs 1919' da emperyalizmin ağlarını yırtarak,
    Samsun Limanı'na demir attı.
    Böylelikle Türk'ün Kurtuluş Savaşı başladı.

    SON

    --------------------------------------

    ATATÜRK
    Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
    Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
    Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
    Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
    * * * *
    Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
    Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
    Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
    Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
    * * * *
    Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
    Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
    Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
    Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk

    SON

    ------------------------------------------

    TÜRK BAYRAĞI VE BEN
    Top sahasının kenarına Türk Bayrağı asılmıştı.
    " Selam Türk Bayrağı, anlısın, şanlısın, dalgalanırsın.
    Sonsuza kadar dalgalan. "
    Türk Bayrağı, selam, dedi.
    Sözlerinle beni gururlandırdın.
    Adın ne senin?
    " Serdar Yıldırım. "
    Sen Atatürk'ü gördün mü?
    " Hayır, görmedim. "
    Resmini de mi görmedin?
    " Resmini gördüm. "
    Kaç kere gördün?
    " Bin kere, milyon kere gördüm. "
    En son ne zaman gördün?
    " Dün gördüm. "
    Demek bugün görmedin?
    " Bugün görmedim ama görürüm. "
    Türk Bayrağı coşkuyla dalgalanmaya başladı.
    Mutluydu, gülümsüyordu.
    " Ayından, yıldızından mutluluk okunuyor, dedim.
    Şiirini yazayım mı? "
    Yaz, dedi.
    " Yanımda kağıt, kalem yok. "
    " Eve gidince yazarım. "
    " Sonra gelip sana okurum. "
    Olur, dedi.
    En kısa zamanda bir araya gelmek üzere ayrıldık.

    SON

    --------------------------------------------------

    YAŞASIN ATATÜRK
    Bir arkadaşım vardı.
    Atatürk'ü sevmezdi.
    Atatürk bu vatanı kurtarmasaydı.
    Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmasaydı.
    Yunan galip gelseydi.
    Rahatça ibadet ederdim, dedi.
    * * * *
    Ben: İbadetini rahatça yapıyorsun.
    İlçemizde pek çok cami var.
    İstediğine gidip namaz kılıyorsun.
    Seni engelleyen mi var? diye sordum.
    * * * *
    Şey, yani, fakat, dedi.
    Bunlar cumhuriyetin rahatlığı, dedim.
    Kimse sana namazı bırak demez.
    Yunan galip gelseydi
    Camiye gitmeyi yasaklardı.
    Arkadaşım, gerçekten yasaklar mıydı? diye sordu.
    Yasaklardı, dedim.
    Camide namaz kılamazdın.
    * * * *
    Arkadaşım, iyi ki yunan galip gelmemiş.
    Atatürk iyi komutanmış.
    Savaşmış ve yunanı yenmiş.
    Bana, Atatürk, İslam'a zarar verdi, dediler.
    Ben de inandım.
    Meğer Atatürk, İslam'ı yüceltmiş.
    Var olsun Türkiye Cumhuriyeti.
    Yaşasın Atatürk.

    Yazan: Serdar Yıldırım

  7. #5
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    52
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: VATAN SEVGİSİ
    Mustafa’nın kız kardeşi Makbule rahatsızlandığı için çiftlikte kalmıştı. Bugün Mustafa tek başına bakla tarlasında bekçilik yapacaktı. Şu karga kovalama işinin pek bir zorluğu kalmamıştı. Bakla tarlasına gelmeye başladığı ilk günlerde kargalar Mustafa’nın ne derece zorlu bir rakip olduğunu anlamışlar ve onun uyguladığı yöntemi müthiş bir mücadele örneği göstermelerine karşın boşa çıkaramamışlar, çekilip gitmişlerdi.

    Mustafa sabah erkenden bakla tarlasına gelince tarlanın tam ortasında bulunan kulübenin önüne bir sandalye çıkarıp oturdu. Aradan yarım saat geçmeden canı sıkılmaya başladı. Böyle boş oturmak O’na göre değildi. O, bir şeylerle meşgul olsun, bir işe yarasın, faydalı olsun isterdi. Dayısının bakla tarlasında bekçilik yapmakla bir işe yarıyordu, faydalı oluyordu, fakat bunlar yeterli miydi? Hayır, yeterli değildi. Ne yapabilirdi? Kulübede birkaç tane ders kitabı vardı. Kitap en iyi arkadaştı. Okurdun, öğrenirdin, fikirlerin gelişirdi. Mustafa bir kitap alıp okumaya başladı. Böylesi çok daha iyiydi, hem artık canı da sıkılmıyordu.

    Aradan iki saat geçmişti. Mustafa ilerideki tarlaların arasındaki patika yoldan yaşlı bir adamın geldiğini gördü. Yaşlı adamın yanında bir kuzu vardı. Onun gelip tarlanın kenarındaki bir ağacın altına oturmasını fırsat bilen Mustafa yerinden kalktı, kitabı kulübeye bıraktı ve yaşlı adamın yanına gitti. Mustafa söze şöyle bir giriş yaptı: “ Merhaba dede, nereye böyle? “
    Yaşlı adam: “ Yolcuyum ben evlat, kasabaya oğlumun yanına gidiyorum. Bu kuzuyu toruna hediye olarak götürüyorum. Geçen ay köye gelmişlerdi, bir hafta kaldılar. Torun kuzu diye tutturmuştu. Ben de, şimdi çok küçükler, biraz büyüsünler bir tane sana getiririm dediydim. Alsın kuzuyu besleyip büyütsün. Dünyada en önemli şey sevgidir. Sevgisiz kalmış bir insan kuru bir ağaca benzer. Zamanında onun kalbine sevgi tohumu ekilmemiştir, sevmek öğretilmemiştir. Bir bilinmezlik içinde bocalar durur. Yüzyıllardır süregelen anlamsız kargaşayı sevgi yoksunu insanlar çıkardılar. Toplumları birbirine düşman ettiler. Sonuçta bunun acısını insanlık çekti. İnsanlara sevgiyle yaklaşmalı, onların kalplerine sevgi tohumu ekmeliyiz. Sevmek çok güzel bir duygudur ve insanı hayata bağlar. Sevelim, sevilelim, hayatın tadına varalım. “

    Yaşlı adam konuşurken Mustafa oturmuş ve anlattıklarını ilgiyle dinlemişti. Şimdi söz hakkı Mustafa’nındı: “ Dede, bazı insanlar nedense vatanlarını sevmiyorlar. Ben vatanımı çok seviyorum ve bu vatanın evladı olduğum için gurur duyuyorum. Şimdi vatanlarını sevmeyenler vatanını sevmeyi nasıl öğrenecek ve ben vatan sevgimi nasıl geliştirebilirim. Tavsiyelerin neler olacak? “
    Mustafa’ nın coşku dolu konuşması yaşlı adamı şaşırtmıştı. On yaşlarındaki bir çocuğun bu derece bilgili ve kültürlü olması, düşüncesini korkusuzca söyleyebilmesi, öğrendiklerini yeterli bulmaması, yeni bir şeyler daha öğrenmek için soru sorması akıl alır gibi değildi. Hani bu yaşlardaki kaç çocuğun aklına gelirdi vatan sevgisi?

    Yaşlı adam düşüncelerinden sıyrılınca, gülümseyerek: “ Evlat, adını demedin bana, neydi adın? “ deyince Mustafa: “ Dede, benim adım Mustafa “ dedi.
    Bunun üzerine yaşlı adam: “ Sana tavsiyem Büyük Vatan Şairi Namık Kemal olacak. Namık Kemal, türlü engellemelere karşın vatanını çok sevdiğini haykırmaktan çekinmedi. Bu uğurda çok acı çekti, fakat hiçbir acı O’nu vatanına hizmetten alıkoyamadı. “
    Mustafa: “ Bundan sonra Namık Kemal’in şiirlerini daha bir önem vererek okuyacağıma söz veriyorum. Dede, mutluluk nedir sence? Ben mutlu olmak insandan insana değişebilir diyorum “ dedi.

    Yaşlı adamın mutluluk hakkında söyledikleri şunlar oldu: “ Mutluluk yaşamsal bir gerçektir yani yaşamda mutluluk vardır ve her insanın mutluluğu ayrıdır. Hakkın olan mutluluğu başkalarının mutluluğuna gölge düşürmeden istemek sana kalmıştır. Mutlu olmak için büyük şeyler istemek gerekmez. İnsan isterse bir kelebeğin uçuşunu görüp mutlu olabilir. Her neyse Mustafa yavaş yavaş kalkayım. Hava kararmadan kasabaya varmalıyım. Anlattıklarımın sana bir parça faydası olduysa ne mutlu bana. İyi günler dilerim. “
    Mustafa: “ Ne demek dede, hem de çok faydası oldu. Ben de sana iyi günler dilerim. Yolun açık olsun “ dedi. Mustafa yaşlı adam gittikten sonra kulübeye döndü ve sandalyesine oturarak konuşulanları düşünmeye başladı.

    SON

    Serdar Yıldırım

    ATATÜRK'ÜN LİDERLİK SIRLARI
    Tutku Yayınevi
    7. Basım Haziran 2011
    Sayfa 40 - 53

    YAŞAMA YÖN VERENLER
    Atatürk'ün Çocukluk Anıları
    Ata Yayıncılık - Ankara 2012
    Sayfa 15 - 36

  8. #6
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    52
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: ÇİFTLİKTEKİ HIRSIZ
    Bir akşam yemeği sonrasında çiftlikteki odada oturulmuş ve gündelik olaylar konuşuluyordu. Hüseyin Ağa: “ Yarın erkenden elma bahçesini çapalayıp, yabani otları ayıklamaya gidecektim ama çapayı bulamadım. Hanım, çapayı bir yere koymuş olmayasın? “
    Hüseyin Ağa’nın karısı: “ Efendi, çapanın alet dolabında olması lazım. İki gün önce temizlik yaparken oradaydı. “
    Hüseyin Ağa: “ Öyle de bugün akşamüstü baktım dolapta yoktu. Belki dedim sağa sola bırakmışlardır. Aradım, bulamadım. “
    Hüseyin Ağa’nın çocukları, Zübeyde Hanım, Mustafa ve Makbule çapayı almadıklarını söylediler. Bunun üzerine Hüseyin Ağa: “ Hanım, son günlerde çiftliğe yabancı biri geldi mi? “ diye sordu.
    Karısı: “ Hayır Efendi, kimse gelmedi. Hep biz bizeyiz. “
    Hüseyin Ağa: “ Desene çapa sır olup uçtu. “
    Mustafa fikrini söylemek ihtiyacını hissetmişti: “ Dayıcığım, çiftliğe hırsız girmiş olamaz mı? “

    Mustafa’nın sorusu odada bulunanların üzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Gözler Mustafa’dan yana döndü.
    Hüseyin Ağa: “ Ne hırsızı? “ diyebildi.
    Mustafa: “ Bir hırsız gelmiştir, çiftliğe girip çapayı çalmıştır. “
    Hüseyin Ağa: “ İki gündür ben, yengen, annen ve çocuklar çiftliğin avlusundaydık. Ayrıca köpekler var. Onlar geceleri burada kuş uçurtmazlar. Hani dediğin olmaz diyemem ama biraz zor. Hem hırsız neden sadece çapayı alsın, öteki aletleri de alıp götürebilirdi. Bırak çapayı, aletleri, çiftlikte daha değerli pek çok eşya var. Bunlar dururken neden yalnızca çapayı aldı? “
    “ Dayıcığım, hırsızın ya çapa çok işine yarıyor ya da çapayı satmak kolayına geliyor. Sadece çapayı almasının nedeni vereceği zararın büyük olmasını istemediğinden, yani hırsız insaflı biri. Gündüz gelse gören olurdu. Kimse onu görmediğine göre gece geldi. Köpekler hırsızı tanıdıkları için ses çıkarmadılar. Bu da hırsızın köyden biri olduğunu gösteriyor. “

    “ Pes be Mustafa, senin zekâna diyecek yok doğrusu. Aslında ben de zeki sayılırım ama sen benden çok ileridesin. Ortada fol yok, yumurta yok , alt tarafı bir çapa kayboldu. Bana kalsa yarın çapayı arar dururum. Sana inanıyorum Mustafa ve yarın çapayı aramayacağım. Artık geceleri nöbet tutacağız. İlk nöbet benim. Eee, sen ne diyorsun Zübeyde, şu hırsız işine? “
    “ Mustafa’nın dediklerine katılıyorum. O, boşuna konuşmaz. Söyledikleri hep doğru çıkar. Daha on yaşında ama çok akıllı. Bambaşka bir çocuk. Darısı bütün çocukların başına. “
    Hüseyin Ağa gece yarısına kadar çiftliğin avlusunda nöbet tuttu. Daha sonra nöbeti Mustafa devraldı. Mustafa avluyu en iyi görebileceği yer olan çiftlik evinin birinci kat merdiveninin orta sırasına oturdu. Alet dolabının bulunduğu kulübe yan taraftaydı. Eğer hırsız gelirse önünden geçecek ve onu rahatça görecekti.

    Aradan bir saat geçmişti ki, Mustafa karşıdaki ağaçlıktan hızlı adımlarla yürüyerek gelen bir gölgenin alet dolabının bulunduğu kulübeye girdiğini gördü. Gölge, o kadar rahat hareket ediyordu ki, hayret edersin. Sanki babanın çiftliği, gel gir hiç korkmadan, dimdik yürü, kazma, kürek, çapa eline ne gelirse al git. Mustafa köyden olan bu adamı ay ışığı altında tanımıştı. Onun mert, dürüst biri olduğunu biliyordu. Konuşmuşlukları, tanışmışlıkları vardı. Bırak Hüseyin Ağa’yı, bırak çifti-çubuğu, benim küçük dostum, sen büyümüşsün küçülmüşsün ama yine büyüyorsun ve sonsuza dek büyüyeceksin diyen birinin yani bu adamın, kendisini hiçe saymasını, kendisinin de bulunduğu çiftlikten bir şeyler çalmasını onuruna yediremedi. Mustafa kızgın bir şekilde yerinden kalktı, gitti kulübenin kapısının dört-beş metre gerisinde durdu, ellerini beline dayadı, bekledi. Biraz sonra kulübeden çıkan adam kapıyı kapadı. İki adım attı, Mustafa’yı gördü, elindeki kürek yere düştü. Adamın gözleri yaşardı, belli ağlıyordu. Adam elinin tersiyle gözyaşlarını sildikten sonra başını sağa-sola birkaç kere salladı ve küreği yerden alarak Mustafa’nın yanından yürüdü, gitti.

    Mustafa o gece sabaha kadar nöbet tuttu. Aslında Mustafa’dan sonra nöbet sırası amcasının oğluna geliyordu ama Mustafa amcasının oğlunun yerine de nöbet tutmuştu. Çünkü O, yarın yapacağı girişimleri bir plan dahilinde belirlemek istiyordu. Adam çapayı, küreği çalmıştı ama bunun bir nedeni olmalıydı. Kimse durup dururken başkasının malını izinsiz almazdı. Bu bir suçtu fakat suçluyu suç işlemeye iten nedenler vardı. Nedenlerin sebepleri vardı.
    Mustafa ertesi gün öğle vakitleri adamın evine gitti. Kapıyı dokuz yaşındaki Ahmet açtı.
    Mustafa: “ Vay Ahmet, canım kardeşim. Nasılsın, iyi misin? Ben geldim. “
    Ahmet: “ Hoş geldin, Mustafa abi. Sağ ol, iyiyim. “
    Mustafa: “ Ayşe nerede? Neden buraya gelmiyor? “
    Ahmet: “ Mustafa abi, Ayşe annemin yanında. Annem bir haftadır hasta. Babam annem ölmesin diye dün kasabaya yürüyerek gitti. Birisi çapa vermiş ödünç diye, onu rehin bırakıp ilaç almış. İlacı anneme içirdik. Bu sabah babam yine kasabaya gitti. Elindeki küreği rehin bırakıp ilaç alacakmış. Daha sonra babam çapayla küreği parasını ödeyip geri alacak ve sahibine teslim edecekmiş. Babamın getireceği ilaç annemi iyileştirecekmiş. Sence annem iyileşir mi Mustafa abi? “

    İnsanın taş yürekli olması lazımdı bu durum karşısında ağlamaması için. Mustafa gözyaşlarını tutamadı. Birkaç dakika sonra Mustafa ile Ahmet içeri girdiler. Ayşe yatakta yatan annesinin başucundaki sandalyede oturuyordu. Mustafa’yı görünce ayağa kalktı. Hasta kadın kollarını iki yana açarak Mustafa’nın sarılmasını bekledi. Mustafa sandalyeye oturdu ama bu davranışının sebebini açıklaması gerekti: “ Yengeciğim iyileşince birbirimize sarılırız. Yine eskisi gibi güzel günlerimiz olacak. Bundan sonra daha fazla evinize geleceğim. Yanlış bir hareketiniz hastalığınızın artmasına yol açabilir. Bunun için size sarılmadım. “
    Hasta kadın zorlukla konuştu: “ Olur Mustafa. Dediğin gibi olsun. Ben de en kısa zamanda iyileşmeye bakarım. “
    Daha sonra çiftliğe dönen Mustafa olanlardan kimseye söz etmedi. Yeni gelen ilaçları içen kadın on beş gün içinde iyileşti. Adam başkasının tarlasında çalışarak kazandığı parayla çapayı ve küreği rehinden kurtardı. Bir gece yarısı son defa çiftliğe girerek çapayla küreği yerine bıraktı. Son sözü Mustafa söyledi: “ Akıl ve mantık çizgisinden ayrılmayan insan olmanın bilincine varır. İnsan iradesini kullanarak gerçekleri görür. Yanlışta bile olsan doğru gözünün önündedir. Gözünün önündekini görmek için, göz kapaklarını aralarsın yani okuyup öğrenirsin.

    SON

    ATATÜRK'ÜN LİDERLİK SIRLARI
    Tutku Yayınevi
    7. Basım Haziran 2011
    Sayfa 40 - 53

    YAŞAMA YÖN VERENLER
    Atatürk'ün Çocukluk Anıları
    Ata Yayıncılık - Ankara 2012
    Sayfa 15 - 36

  9. #7
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    52
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: ARKADAŞ DEDİĞİN BÖYLE OLUR
    Bazı günler Mustafa Makbule’yi bakla tarlasında yalnız bırakıp çevrede gezmeye çıkıyordu. Bir gün Mustafa gezerken bir kaval sesi duydu. Bu kavalı kimin çaldığını merak edip kaval sesinin geldiği tarafa doğru yürüdü. Biraz gidince baktı ilerideki bir ağacın altında on yaşlarında bir çoban kaval çalıyor, etrafında da koyunlar otluyordu. Mustafa bu çocuğun kavalıyla yarattığı sihirli dünyasını bozmak istemedi. “ Varsın çalsın garip “ diye düşündü. “ Ben de o kaval çalmayı bırakıncaya kadar burada oturur, beklerim. “

    Aradan yarım saat geçti. Çocuk, türküler, oyun havaları çaldıktan sonra kavalını ağaca yasladı ve azık torbasını açıp yanında getirdiği yiyecekleri yemeye başladı. Mustafa oturduğu yerden kalktı, çocuğun yanına doğru yürümeye başladı. Karşıdan birisinin gelmekte olduğunu otların hışırtısından duyan çocuk başını kaldırdı. Geleni tanımıyordu. “ Acaba kim ki? “ diye düşündü. Mustafa çocuğun yanına gelince gülümseyerek: “ Merhaba arkadaş, afiyet olsun “ dedi. “ Benim adım Mustafa. İzin verirsen yanına oturmak istiyorum. “
    Çoban çocuk: “ Tabii gel gel, buyur şöyle “ dedi. “ Hem bak acıktıysan hiç çekinme ye bir şeyler karnını doyur. Yemezsen, darılırım. “
    Mustafa çocuğun yanına oturdu. Sessizce ikisi birlikte yemeklerini yediler. Daha sonra Mustafa: “ Arkadaş, çok güzel kaval çalıyorsun. Kendi kendine mi öğrendin yoksa bir öğreten mi oldu? “ diye sordu.
    Çoban çocuk: “ Köylük yerde böyle eften püften işleri öğreten olmaz “ dedi. “ Benim dedem de çoban, babam da çoban, eh, ben de çoban. Beş yaşına bastığımda babam, haydi bakalım Ali, al güt şu koyunları, deyip on tane koyun verdi bana. O günden bu yana çoban olup çıktık işte. Dedemi, babamı kaval çalarken dinledimdi. Bir gün canım sıkıldı, bu kavalı yaptım. Öyle böyle derken öğrendim çalmasını. Güzel çaldığımı az önce sen dediydin. Sağ olasın. “

    “ Peki arkadaş, çoban olarak yaşamını sürdüreceğini söylüyorsun. Tabiatla iç içesin, koyunlarını güdüyorsun, dilediğince kavalını çalıyorsun. İşine pek karışan olmaz. Özgürsün, belki mutlusun da. Fakat senden öncekilerden gördüğün, onların yaşadığı yaşam tarzının dışına çıkarak, dışarıya taşarak, daha aktif bir hayat yaşamayı arzulamaz mısın? Kendine bir hedef seçersin ve hedefine varmak için yeterli bilgiyi öğrenmeye okula gidersin. Bu ön bilgiyi öğrendikçe, öğrendiklerinin ışığında fikirlerini geliştirirsin. Eğer isterse kişi vatanına, milletine faydalı olabilecek pek çok iş başarır. “
    “ Ne yalan söyleyeyim, söylediklerinin bazı yerlerini tam olarak anlayamadıysam da çoğunu anladım. İyi güzel diyorsun da bizim köyde okul yok ki. Şehirdeki okula gitmeye kalksam, hiç tanıdığımız yok orada, kalacak yerim yok. Zaten babamlar bırakmazlar gideyim. Belki onlar da isterler Ali amir-memur olsun ama şu gördüğün koyunların başına bir çoban lazım. Herkes amir-memur olsa, çobanlığı kim yapacak? Boş ver beni be, düşünme beni be, bırak ben çoban kalayım. Sen asıl kendinden haber ver, buralarda kimlere misafir geldin ki? Hem senin geldiğin şehir büyük mü? Sizin okulda çok çocuk var mı okula giden? “

    “ Bak arkadaş, hayatta insanın eline birtakım fırsatlar geçer. Önemli olan ele geçen bu fırsatları en iyi şekilde değerlendirebilmektir. Bunun için de gayret gereklidir. Eğer biz seçtiğimiz hedefe ulaşmak için yeterli gayreti göstermezsek, zaman içinde, hedefimize gittikçe yaklaştığımızı değil, bilakis hedefimizden giderek uzaklaştığımızı fark ederiz. Kimsenin kimseye zorla meslek seçtirmesine taraftar değilim. Severek yapılmayan bir iş, bir uğraş, kişiye hayatı anlamsız kılar. Böyle biri de, eğer çıkış yolu bulamazsa yani hayatını anlamsızlıktan kurtaramazsa vatanına, milletine gerektiği şekilde faydalı olamaz. Şimdi arkadaş, sen şehirdeki okula gitmeye kalksan orada yatılı bir okula girerdin ve kalacak yer diye bir sorunun olmazdı. Az önceki sözlerinden bunun için birtakım engeller çıkabileceğinden çekindiğini anladım. Ayrıca da, senin buradaki yaşantından pek şikayetçi olmadığını fark ettim. Fakat okuma-yazma isteği ile yanıp tutuştuğun belli. Benim okuduğum okulda okuyan çocukları merak etmen bunu gösteriyor. Ben, annem ve kız kardeşimle birlikte Selanik’ten dayım Hüseyin Ağa’nın yanına geldik. Kız kardeşimle birlikte dayımın bakla tarlasında bekçilik yapıyoruz. Fırsat buldukça çevrede gezintiye çıkıyorum. İşte böyle bir gezinti anında seni gördüm, yanına geldim, oturduk, konuşuyoruz. İki ay kadar dayımın çiftliğinde kalacağız. Yani iki ay seninle bir arada olabiliriz demek istiyorum. Arkadaş, eğer istersen sana okuma-yazma öğretmek istiyorum. Biz buradan giderken sen okuma-yazma öğrenmiş olursun ve sana bırakacağım ders kitaplarını okuyup iyice öğrenirsin. Bu arada boş durmayıp arkadaşlarına da okuma-yazma öğretmek için çaba sarf edersin. Yakın bir gelecekte sizin köyün öğretmeni olursun. Ne dersin arkadaş, ister misin okuma-yazma öğrenmek? “
    “ Tabii ki, isterim istemesine de, becerebilir miyim dersin okuma-yazma öğrenmeyi? “
    “ Becerirsin, becerirsin. Sen istedikten, biraz da gayret gösterdikten sonra başarılı olmaman için hiçbir neden göremiyorum. “

    Mustafa daha sonra konuşmasının bir bölümünde Selanik’te Şemsi Efendi’nin İlkokulunda okuduğunu fakat babası Ali Rıza Efendi’nin ölümü üzerine, annesi ve kız kardeşiyle dayısının yanına geldiklerini anlattı. İlkokulu bitirdikten sonraki amacının Askeri Rüşdiye’nin imtihanlarını kazanarak oraya girmek, Rüşdiye’yi bitirdikten sonra yüksek öğrenimine devam ederek sonunda subay olmak olduğunu belirtti. Mustafa ile Ali bir süre daha konuşmalarına devam ettiler ve yarın aynı yerde buluşmak üzere birbirlerinden ayrıldılar.

    Mustafa fırsat buldukça Çoban Ali ile bir araya geldi; ona okuma-yazma öğretebilmek için çırpınıp durdu. Mustafa’nın bu iyi niyetli çabaları boşa gitmedi. Bir süre sonra Ali, okuma-yazma öğrenmeye muvaffak oldu. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra Mustafa: “ Arkadaş, annem beni Selanik’e teyzemin yanına gönderiyor. Yarın gidiyorum. Selanik’te okumaya devam edeceğim. İşte ders kitaplarımı getirdim. İlk tanıştığımız günkü konuştuklarımızı unutmadın sanırım. Bu kitapları iyice oku, öğren. Fakat öğrendiklerin sende kalmasın. Öğrendiklerini arkadaşlarına da öğret, onlara da okuma-yazma öğret. Bir ülkede cahiller ne kadar çoksa, o ülke, o kadar geri kalmış demektir. Ülkemizin medeni milletler seviyesine erişebilmesi, her ferdin, üzerine düşen görevi yapmasıyla gerçekleşir. Sadece ben okuma-yazma biliyorum, ben bilgiliyim demekle olmaz. Başkalarına da okuma-yazma öğretmedikçe, eğitmedikçe, bilgilendirmedikçe görevin tamamlanmış sayılmaz, yarım kalır. Bunu sakın aklından çıkarma. En güzel günler senin olsun arkadaş, hoşça kal. ” dedi ve elini uzattı.
    Çoban Ali, kendisine uzatılan dost eli sevgiyle sıktıktan sonra: “ Seni subay olmuş yürürken görür gibi oluyorum, Mustafa. İnşallah vatana, millete yararlı olursun. Mustafa adını hiç unutmayacağım, sen de, Çoban Ali adını unutma. Subay olunca fırsat bulursan gel gör beni, ben hep buralardayım, olur mu Mustafa? “ derken göz pınarlarından akan yaşları silmek gereğini duymuyordu.

    SON

    ATATÜRK'ÜN LİDERLİK SIRLARI
    Tutku Yayınevi
    7. Basım Haziran 2011
    Sayfa 40 - 53

    YAŞAMA YÖN VERENLER
    Atatürk'ün Çocukluk Anıları
    Ata Yayıncılık - Ankara 2012
    Sayfa 15 - 36

  10. #8
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    52
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    23 NİSAN VE CUMHURİYET ŞİİRLERİ
    23 NİSAN
    Bugün 23 nisan
    Coşkulu tüm çocuklar
    Atatürk'ün çocuklara
    Armağan ettiği bir bayram.
    * * * *
    Sevinin çocuklar
    Gülün, oynayın
    Bakın Atatürk size
    Bu bayramı hediye etti.
    * * * *
    Yoktu böyle bir bayram
    Dünyada bir ilk
    Farkına vardı bunun
    Yüce Atatürk.

    SON

    --------------------------------------

    23 NİSAN COŞKUSU
    Atatürk'e inansan
    O'nun yoldaşı olsan
    Dünya uygarlığından
    Biraz medeniyet kapsan.
    * * * *
    Zaman geriye gitmez
    Hep ileri gider
    Atatürk'ün çağdaş fikirleri
    Gerici düşünceyi siler.
    * * * *
    Atatürk bu vatanı kurtardı
    Cumhuriyeti kurdu
    O'na minnettar olmalıyız
    Türkiye Cumhuriyeti'ni korumalıyız.

    SON

    --------------------------------------

    CUMHURİYET ÇOCUKLARI
    Neşelidir, güler yüzlüdür
    Cumhuriyet çocukları
    Geleceğe güvenle bakar
    Cumhuriyet çocukları.
    * * * *
    İnsanların barışında
    Uygarlık yarışında
    Atatürk'ün peşinden koşar
    Cumhuriyet çocukları.
    * * * *
    Kitap okur, öğrenir
    Kendine güveni tamdır
    Fikirde, düşüncede özgürdür
    Cumhuriyet çocukları.

    SON

    --------------------------------------

    19 MAYIS 1919
    Bugün 19 mayıs
    Anadolu Halkı üstünde oynanan bahis.
    * * * *
    1919 ve 1923 yılları arası
    Olmadı hiçbir asker terhis.
    * * * *
    Mustafa Kemal Samsun'da göründü
    Düşmanın ışığı bir anda söndü.
    * * * *
    Işığı tekrar yakmak fayda etmedi
    Mustafa Kemal vardı, O'na güç yetmedi.
    * * * *
    Mustafa Kemal bu, seni rakip tanır mı?
    Zorlu bir savaşta sana nefes aldırır mı?
    * * * *
    Ey ingiliz, Çanakkale'de Anzak'ı öne sürdün
    Sadece Anzak'ı değil, kendini de bitirdin.
    * * * *
    Nasıl ama Mustafa Kemal şahlandı
    Türk Askeri mevzide cephe aldı.
    * * * *
    Pişman ve perişan oldun, çöktün
    Vurulup düşen Anzak'ın üstünü toprakla örttün.
    * * * *
    Taarruz Kemal geldi dedin, neden kaçtın?
    Güneş batmayan imparatorluğuna korku saçtın.
    * * * *
    Kaldı mı Mustafa Kemal'den sonra senin imparatorluğun
    Zirveden öyle bir düştün ki, kalmadı korkuluğun.

    Yazan: Serdar Yıldırım

  11. #9
    Üye
    Üyelik tarihi
    22 Ağustos 2022
    Mesajlar
    52
    Ettiği Teşekkür
    9
    14 mesaja 25 teşekkür aldı
    ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: KARGA PEŞİNDE
    Mustafa, annesi ve kız kardeşi ile birlikte dayısının çiftliğine gitti. Akşamüstü çiftliğe vardıklarında dayısı onları çok candan bir şekilde karşıladı. Hal-hatır sormalardan, iltifatlardan sonra akşam yemeği yendi. Yemekten sonra bir saat kadar daha sohbet edildi ve ardından geceyi geçirmek üzere odalarına çekildiler.

    Ertesi sabah sabahın erken saatlerinde dayısı Mustafa’ya çiftliğin her tarafını gezdirip gösterdi. Öğle vaktine doğru bakla tarlasına gittiler. Tarlanın kenarına geldiklerinde dayısı parmağı ile tarlasındaki tohumları yemekte olan kargaları işaret ederek: “ Bak Mustafa, şu kargaları görüyor musun? İşte bunlar bizim baş düşmanımız. Ben uğraşayım, çalışayım, onlar gelsinler tohumları yesin bitirsinler. Oh ne ala, ne ala! Kimseye faydası olmaz şu karga murdarının. Yaptıkları anca zarar, ziyan. Bir de şu korkuluğun omuzlarına, kafasına konarlar “ gak gak “ diye öterler yüzlü yüzlü. Korkuluğun sadece adı korkuluk. Şu hale bak. Dört beş karga omuzlarına konmuş, yemişler tohumları, doymuşlar, güneşleniyorlar. Gel Mustafa, kovalım şunları “ diye söylendi.

    Mustafa ile dayısının geldiklerini gören kargalar uçup gittiler. Daha sonra dinlenmek için bir ağacın altına otururlarken Mustafa, dayısına: “ Dayıcığım, bu tarla hep böyle midir? “ dedi. “ Yani içinde çalışan, bekleyen olmadığı zamanlar kargalar tohumları yerler mi? “
    Dayısı: “ Yerler Mustafa’m yerler. Bunlar sahipsiz bir tarla görmesinler. Onu, yirmisi toplanır gelir. Böyle gündüzleri tarlada beklemezsen birkaç haftaya kalmaz toprakta bir tek tane bırakmazlar” dedi.

    Bunun üzerine Mustafa konuyu toparlama ihtiyacı hissetti: “ Peki dayıcığım, o zaman kargalar tohumları yiyip bitirmesinler diye sabahtan akşama kadar bekçilik yapmak zorunda kalıyorsunuz. “
    “ Aynen dediğin gibi oluyor Mustafa. Çiftlikte yapılacak bir sürü iş varken, ben buraya gelip karga peşinde koşuyorum. Ne yaparsın ki, bu bakla tarlası çok önemli. Baklalar olgunlaşınca hem kendimize yemeklik oluyor, hem de arabaya yükleyip pazarda satıyorum; iyi de para ediyor. “
    “ Demek ki burada bekçilik yapmak işleriniz için büyük engel teşkil ediyor, sevgili dayıcığım. O halde izin verirseniz yarından tezi yok kardeşim Makbule ile gelip burada bekleriz. Siz de çiftlikteki işleri yoluna koyarsınız. Kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğimi bilmenizi isterim. “
    “ Hay, sen aklınla bin yaşa, Mustafa! Bak bu hiç aklıma gelmemişti. Daha önce defalarca düşünüp de içinden çıkamadığım bu büyük sorunu kolayca çözüverdin. Bugün akşama kadar burada kalırız. Tarla bekçiliği nasıl yapılır iyice öğrenirsin. Zaten zor bir tarafı yok canım. Biraz dikkatli olup kargaları kollaman yeterli. Akşama çiftliğe dönünce annene ben söylerim. Onun da rızasını almak lazım. “

    Ertesi sabah erkenden yengesinin hazırladığı börekleri bir torbaya koyan Mustafa kız kardeşi Makbule ile birlikte dayısının bakla tarlasına geldi. Gelir gelmez de, tarlaya inen kargaları kovalamaya başladılar. Öğle vaktine doğru ikisi de çok yorulmuştu. Bunun sebebi: Bir defa tarla oldukça büyüktü. Bir tarafa üç beş karga tohumları yemek için gelseler Mustafa ile Makbule hemen koşuyorlar kargaları kovalıyorlardı. Aynı kargalar uçuyorlar, tarlanın öteki tarafına iniyorlardı. Tarlanın bir başından bir başına koşup durmak onları yormuştu. İşin içine başka kargalar da karışınca durum iyice çekilmez hal almıştı.

    Öğle vakti bir köşede oturup yengesinin hazırladığı börekleri yerlerken Mustafa Makbule’ye sorunu kökünden halledecek bir yöntem bulduğunu söyledi ve şunları ekledi: “ Makbule, kargaların bize oynadığı oyunun bilmem farkında mısın? Biz bu tarlaya gelir gelmez acemi olduğumuzu anladılar. Uygulamak istediğim yöntem oldukça basit. Tarlanın ortasında bulunan kulübenin içinden tarlayı enlemesine bölen bir çizgi çektiğimizi farz edelim. Bu çizgi tarlayı iki eşit parçaya böler. Yukarı tarafta kalan parça biraz meyilli, burası benim olsun. Aşağı tarafta kalan parça dümdüz, burası da senin olsun. Herkes kendi bölgesindeki kargaların kovalanmasından sorumlu olacak. Eğer kendi bölgenin ortalarına yakın bir yerde durmaya özen gösterirsen sabahki yorgunluğunun iki kat azaldığını fark edeceksin. Şimdi konuyla ilgili bana sormak istediğin bir şey var mı? “
    “ Ne diyebilirim ki Mustafa abi. Sen yapmamız gerekeni tam olarak anlattın. Burada bana düşen görev anlattıklarını eksiksiz olarak uygulamamdır. “
    “ Aferin sana Makbule. Senin gibi söz dinleyen, kavrayışı kuvvetli bir yardımcı ile çalışmak benim için şereftir. Bu başarı sadece benim değil, ikimizin başarısı olacaktır. Şimdi biraz acele edelim, böreklerimizi yiyelim de işe başlayalım. Bak kargalara, meydanı boş bulunca nasıl da çoğaldılar. Belki şu an için tarlanın üstünde uçmaktan başka bir şey yaptıkları yok ama eğer acele etmezsek birer ikişer tarlaya inmeye başlayacaklarına eminim. Dayıma, kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğim, diyerek söz vermiştim. “

    Mustafa’nın kendi buluşu olan yöntem başarılı oldu. Akşamüstü hava kararmaya başladığında kargalar geceyi geçirmek için konaklama yerlerine giderken aç ve yorgundular. Çiftlikte yenen akşam yemeğinden sonra Makbule, o gün olanları ve kargaların üzgün ve perişan bir şekilde gidişlerini anlatırken, odada bulunanlar kahkahalarla gülmekten kendilerini alamıyorlardı. Annesi Zübeyde Hanım, “ Benim Mustafa’m çok akıllıdır “ diyerek sarı saçlı, mavi gözlü oğlunu gururla alnından öperken, Mustafa vakur halini hiç bozmadan duruyor, sadece gülümsemekle yetiniyordu.

    SON

    Serdar Yıldırım

    ATATÜRK'ÜN LİDERLİK SIRLARI
    Tutku Yayınevi
    7. Basım Haziran 2011
    Sayfa 40 - 53

    YAŞAMA YÖN VERENLER
    Atatürk'ün Çocukluk Anıları
    Ata Yayıncılık - Ankara 2012
    Sayfa 15 - 36

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
Yukari Çik